Gazze’de yaşananlar, insanlık vicdanını sarsmaya devam ediyor. İsrail’in aylardır süren askeri operasyonları, ne yazık ki masum bir halkın topyekûn varlığını tehdit eden bir yıkımı beraberinde getirmeye devam ediyor. Bölgede tanık olduğumuz manzara, yalnızca savaşın yıkıcı etkileri değil; aynı zamanda uluslararası hukukun ihlali ve sistematik bir yok etme girişimi.
İsrailli tarihçi Lee Mordechai’nin hazırladığı kapsamlı rapor, bu karanlık dönemi belgelemek adına tarihsel bir vicdani sorumluluğu üstleniyor. Mordechai, Gazze’deki olayları savaş suçları ve soykırım çerçevesinde değerlendiriyor. Raporunda beyaz bayrak taşıyan kadınların vurulmasından ekmek kuyruğundaki çocukların tanklarla ezilmesine kadar sayısız trajedi yer alıyor. Bu anlatılanlar, yıkımın yalnızca askeri hedeflere yönelik olmadığını, sivilleri hedef alan acımasız bir strateji güdüldüğünü gözler önüne seriyor.
Elbette İsrail’in güvenlik kaygıları anlaşılabilir. Ancak güvenlik adı altında bu kadar ağır bir insanlık bedelini haklı çıkarmak mümkün mü? Mordechai’nin raporu, Gazze’deki yıkımı uluslararası hukukun “soykırım” tanımıyla ilişkilendiriyor. “Soykırım sadece gaz odalarıyla sınırlı değildir,” diyor Mordechai. Bu, bir halkın fiziksel, psikolojik ve sosyal olarak yok edilmesine yönelik tüm girişimleri içerir. Gazze’de hastaneler vuruluyor, altyapı çökertiliyor, siviller açlığa mahkûm ediliyor. Bu, insan onuruna ve evrensel değerlere meydan okuyan bir tablo.
Bir başka kritik nokta da dijital yayınların bu süreçteki rolü. İsrail’in propagandası ve Batı’da bu propagandaya verilen destek, Gazze’deki insani krizleri gölgelemeyi başarıyor. Sivillerin yaşadığı trajedi, ekranlardan silinirken, uluslararası toplum adeta bu yıkımı meşrulaştırıyor. Böylesine ağır bir insanlık dramına kayıtsız kalmak, aslında ortak bir suçun parçası olmak anlamına geliyor.
Türkiye, bu trajedinin son bulması için diplomatik kanalları zorluyor. Barışın ancak adaletle mümkün olduğunu bilen bir ülke olarak, Gazze halkının yanında duruyor. Çünkü biliyoruz ki Gazze’de yıkılan sadece binalar değil; insanlığın vicdanıdır. Uluslararası toplum bu sessiz çığlığa kulak vermediği sürece, tarih bu karanlık dönemi asla affetmeyecek.
Bu trajedinin oluşmasına olanak sağlayan en güçlü etkenlerden biri, kitlesel meşrutiyet algısı oluşturma yönelimleridir. Oyun dünyasının stratejik bir medya aracı olarak kullanılması da dikkat çekici. Özellikle savaş temalı oyunlar, belirli askeri müdahaleleri ve politik çatışmaları meşrulaştırma aracı olarak kullanılabiliyor. Delta Force serisi gibi oyunlar, belirli dönemlerdeki askeri ve politik olaylarla doğrudan ilişkilendirilebiliyor. Örneğin, Delta Force: Hawk Ops adlı dün yayınlanan oyun, Suriye’deki iç savaşın ve bölgedeki askeri operasyonların yoğunlaştığı bir dönemde piyasaya sürüldü. Bu tür oyunlar, sadece eğlence amacıyla değil, aynı zamanda kamuoyunu belirli çatışmalara ve politik müdahalelere hazırlamak için stratejik medya araçları olarak da kullanılabiliyor. Delta Force serisinin ilk oyunu 1998’de piyasaya sürüldü ve Suriye ve Filistin’deki olaylardan sonra tam 15 yıl sessizliğini bozarak yeni serisiyle geri döndü.
Command & Conquer: Red Alert serisi, ilk olarak 1996’da piyasaya sürüldü ve o zamandan beri gelişmiş kitle imha ve algı yönetimi yöntemleriyle dikkat çekiyor. Gelişmiş teknolojiler ve alternatif tarih senaryoları kullanarak, oyunculara farklı bir dünya sunuyor. Örneğin, zihinsel manipülasyon teknikleri kullanarak Hitler’i saf dışı bırakma teması, ABD’nin gelecekteki teknolojik üstünlük arayışlarını yansıtıyor. Call of Duty serisi ise, çıkış zamanlarıyla dikkat çekiyor. İlk olarak 2003’te piyasaya sürülen bu serinin son oyunu 2024’te yayınlandı. Neredeyse tüm serilerinde, günümüz savaşları veya gündemdeki olaylarla örtüşen örnekler bulmak mümkün. Örneğin, Call of Duty 4: Modern Warfare (2007), Irak ve Afganistan’daki askeri müdahalelerle örtüşen bir dönemde piyasaya sürüldü. Bu oyunlar, belirli askeri müdahaleleri ve politik çatışmaları meşrulaştırma aracı olarak kullanılabiliyor.
Oyunların çıkış tarihleri ve içerikleri, küresel güçlerin askeri ve politik stratejileriyle örtüşerek, kamuoyunu belirli çatışmalara hazırlamada önemli bir rol oynayabiliyor. Bu durum, gençler arasında bir meşguliyet algısı yaratılarak, küresel algının şekillendirilmesine katkıda bulunuyor. Gençler, kendilerini donanımlı bir Amerikan askeri gibi, ellerinde silahlarla Ortadoğu sokaklarında insan avını özgürlük ve adalet temasıyla meşru hale getiriyor.
Bu oyun serilerinin her biri için 4-5 köşe yazısı yazmak mümkün. Küresel güçlerin kıtalar arası algı yönetiminin en gözle görünen ispatı, bu oyunların içerisinde barındırdığı hikayeler ve çıkış tarihleridir.
Bu bağlamda, Filistin’de ve şu an Suriye’de yıkılan sadece binalar değil; insanlığın vicdanıdır. Masum hiçbir acıya kayıtsız kalmamalı, vicdanlarımızı harekete geçirmeliyiz. Asla unutmayalım, Gazze’nin ve Şam’ın çığlığı, hepimizin sınavıdır. İnsanlığın bir arada yaşama umudu, bu yıkılmış sokaklarda yeniden filizlenebilir. Ama bunun için önce vicdanlarımızı harekete geçirmeliyiz.

Skip to content